DOST ACI SöYLER
Hani “Dost acı söyler” diyor ya, bir atasözümüz; işte bu söze bir ek yapabiliriz bu anlamıyla: “Dost acı söyler ama, dostuyla aynı acının ateşinde de küle döner” diyerek. Ki dost dönmek zorundadır da küle. Çünkü acı insanı, her zaman çatallanmış düşüncelerin yol ayrımlarının başına getirir ve tek başına bırakıverir oracıkta. Zaten ömrümüz hep bir yol ayrımları zinciri değil midir?… İşte bu, acının her getirdiği yol ayrımından başımız dik, yüreğimiz ferah geçebilmek için, bildik, ışıltılı gözlerini ararız kendimize giden yolun geçtiği dostların…
Biliriz ki hayat, hiçbir zaman düz, engebesiz bir yolda ilerlemez – ki ilerlese de bu yol sizi doğru dürüst bir yere götürmez – ; her zaman sendeleyerek, inişli çıkışlı bir seyirle ilerler. Eğer yaşamın bu insani halinin farkındaysak, tıpkı Atinalı filozof Diojen’in güpegündüz, kalabalık sokaklarda fenerle dolaşıp, soranlara da “insan arıyorum” yanıtındaki gibi, biz de, kalabalıkların ortasında, hem de güpegündüz, gerçek dostlar aramaya çıkarız. Çıkmalıyız da…
… Bir sabah serçeler cıvıltılarını, bülbüller ötüşlerini ve leylekler gaga takırtılarını toplayıp da gidiverirler.
Bir sabah, hanımelleri gizemli kokularını, nergisler ve menekşeler renk ziyafeti sofralarını, şebboylar ve lalekovanlar ise efsunlu namelerini telaşla alıp da gidiverirler.
Bir sabah ağaçlar dallarını, dallar yapraklarının, yapraklar da yeşilliklerini alıp da gidiverirler.
Bir sabah gökyüzü güneşi, ayı ve yıldızlarını, ardından içaçıcı maviliğini, en sonunda da perilerin kartopu sevinci bulutlarını, toplayıp da gidiverir tedirgin bir hızsız aceleciliğle…
Bir sabah denizler yakamozlarını, nehirler coşkularını, pınarlar da serin ve berrak tatlarını felaketten çocuğunu kaçıran bir anne çevikliğinde alıp da gidiverirler.
Gidiverirler ve, bir sen, bir acı başbaşa kalıverirsiniz. Kalman da gerekir – mi? – aslında… İşte hayatının en büyük öğretmeniyle başbaşasındır: Yani dostlarınla. Gerçek dostun acıdır, acılar da dostların… Çanlar, dostlukların kıyamet gününün geldiğini haber verir böyle zamanlarda ve dostluklar için çalar. Yürekler kanar, zihinler şizofrenik yarılmaların cehennemine uğrar, ve derinden derine bir çalkantının uğultulu sesi kulaklarda çınlamaya başlar…
Evet! Acılar dosttur, dostlarsa acılarımız.
Kimi dostlar vardır, mızrak ucu gibidirler, bir anda en uysal ezberlerimizi bozup yaşamın yalın gerçeklerini sofranın orta yerine bırakıverirler, atsan atılmaz, satsan satılmaz bir fasit dairenin içine de hapsederek bizi. Yakalanıveririz bunlara kıskıvrak… Böylelerinin, gizliden bir hırsla – yada hınçla – beklenir “itlaf” haberleri. “Hele bir kayboluverse de, cümlemiz huzura ersek” diye, “hele bir güzel hizaya” getirse de birileri, bir güzel törpülenip uygun adım yürümeyi öğretseler de diye bekleriz. Sürüden ayırıp da, bir kurda teslim etme düşleri süsler bilinçaltımızı. Çünkü bu mızrak ucu dostlar tüm kurulu, ezberlenmiş mekanizmalarımızın bozguncu haylaz çocuklarıdırlar. Sanki tüm düzenlerin sürekli baş tehdidi gibidirler. Zaten sırf bundan dolayı hırsla beklenir “ithaf” haberleri: Gizliden ve kimselere fark ettirmeden ve ürkek bir maskenin ardında… Ah! Keşke bir burnu sürtülse, bir güzel biat etse “huzur ve güven ortamımıza” diye beklenir zamanın tik takları.
Ama vicdanlarımızın açık mahkemelerinde, temyiz yolu kapalı aklama kararını da her zaman veririz bu cins kelaynak türleri için. Çünkü her ne kadar rutin olanın totalist hükmü bizi kuşatsa da, bir ömür boyu bizi erdemden yana karar veren tek kişilik bir mahkeme heyetine çeviriverir… Yani dosttan kaçılmaz. Yani kendimizden kaçılmaz, ve gölgeden kurtulunmaz. Yani insansak kaçamayız: çünkü acı gerçek dosttur, dostlarsa bizim gerçek acılarımız. Yani bizi biz yapan, bu dünyaya gelmenin kıvancıyla dolduran, ve bu dost havayı soluyor olmanın gururunda dalgalandıran…