DÜNYANIN EN ESKİ YERLEŞİM ALANI “ÇATALHÜYÜK”
Çağlar boyunca pek çok uygarlığa beşiklik etmiş anadolu’nun kalbinde Çatalhöyük gibi özgün bir yerleşimin de bulunmuş olması şaşırtıcı gelmeyebilir. Yine de Neolitik çağ’ın burada yaşamış olan insan topluluğunun neden Konya yöresini seçtiğini anlamak için bölgeyi tanımak gerekiyor.
Konya’nın kuzey doğusun da, Çumra yakınlarında, Çarşamba Çayı’nın beslediği verimli bir düzlüğün ortasında yer alıyor. Höyük ilk olarak 1951 yılında Ankara İngiliz Arkeoloji Enstitüsü bünyesinde çalışan arkeolog James Mellaart tarafından bulunmuş. Yerinin kayda geçirilmesin’de gerçekleşen Çatalhüyük’e ilk ayrıntılı araştırma, ulaşım zorlukları yüzünden ancak 1958 yılında yine Mellart ve iki meslektaşı tarafından gerçekleştirilmiştir.
Çatalhöyük’teki Neolitik merkezin konumu ilgi çekicidir. Toros Dağları’ndan Konya Ovası’na akan Çarşamba Çayı Çatalhöyük’ü iki kısıma ayırmaktadır. Konya Ovası yaklaşık M.Ö. 16000 yıllarına kadar bir çanak gölüydü. Bu bakımdan Çatalhöyük, eski göl alanındaki, hayvancılığa çok uygun otlaklar ile sulak ve verimli alüvyal tarım arazisinin birleştiği bir kesimdedir. Yörenin güneyinde ve batısında ormanlık bölgeler başlamaktaydı. Bu ormanlar, konut yapımına gerekli ahşabı sağlamaktaydı.
Çatalhöyük’te saptanan yerleşim katlarının kesin tarihlerini belirlemek güçtür, ancak bunların yaklaşık ellişer yıl sürdükleri kabul edilmektedir. Hemen hemen her kat, evlerin yeniden yapılmasını gerektiren bir yangınla tahrip olmuştur. Böylece, Çatalhöyük insanları 900 yıl aynı yerde yaşamışlar ve kültürlerini sürdürmüşlerdir.
Çatalhöyük insanları bilinmeyen bir nedenle M.Ö. 5700-5600 yıllarında Çarşamba Çayı’nın diğer kıyısındaki Batı Çatalhöyük’e geçmişlerdir.
Erken gelişme gösteren bu kültürün kökeninin Türkiye’den başka bir yerde olduğunu gösteren bir belirti yoktur. Erken gelişmiş olmalarının, sonunda zamanından önce olgunluğa erişmelerinin nedeni olabileceği söylenmektedir. Çünkü bu kültürün devamı olmamış, Çatalhöyük’teki yerleşme terk edildikten sonra Neolitik kültür geçici olarak gerilemiştir. Bu devreden sonra da
Anadolu tarih öncesinde yeni bir dönem, Kelime anlamı “Bakır-Taş Devri” olan “Kalkolitik Çağ” başlamıştır.
Höyük’ün her yanına yayılmış yüzey buluntularının arasındaki obsidyen araçlar bu höyüğün Neolitik döneme uzanan bir kalıntı zenginliği içerdiğini kanıtlıyormuş. Neolitik çağın en önemli araç yapım malzemelerinden obsidyen taşı Çatalhöyük yöresinde bolca bulunabiliyor.
Obsidyenin Hasan Dağı çevresinden getirildiği tahmin ediliyor. Çatalhüyük halkı büyük olasılıkla obsidyeni ticaret aracı olarakta kullanıyordu. Çatalhüyük Neolitik çağda yerleşmeye son derece elverişli bir noktadaymış .Arkası dağlık ve ağaçlık arazi , önü bataklık olan Çatal Höyük,hem tarım ,hem de hayvancılık için biçilmiş kaftanmış. Buluntular Neolitik çağda bölgede hem fauna hem de floranın son derece zengin olduğunu gösteriyor.
Tüm bu doğal zenginliklerin altında yatan etken Konya ovası’nın bundan 16 000 yıl öncesine kadar bu günkü van gölü’nden çok daha büyük bir göl oluşudur. Yörenin uçsuz bucaksız bir düzlük oluşu işte bu sebebe dayanıyor. Yapılarda taş kullanmayan Çatal Höyük halkının kerpici şeçişi de bütünüyle bölgenin taş rezervinin özellikle Neolitik çağda sıfıra yakın oluşundan.
Yaklaşık 16 000 yıl önce göl kuruduğunda geriye bataklık alanlar,küçük göller ve bügünkü Tuz Gölü kalmış. Ortaya çıkan geniş alanlarda hayvanlar özgürce çoğalıyormuş. Etrafta bolca bulunan ve nehre su içmeye geldiklerinde kolay hedef haline gelen vahşi hayvanlar sayesindeÇatalhöyük’lülerin avlanmak için pek az zaman ayırması gerekiyormuş.Yöre toprağının sürülmesi gerekmediğinden ve serpiştirilen tohumlar bile kolayca filiz verdiğinden , tarımda zaman alıcı bir uğraş değilmiş.Bu et ve tahıl bolluğunda Çatal Höyük halkı zamanının çoğunu evlerini bezemek ve dini işlerle geçirme fırsatı bulmuş olmalı. Konya ovası’nın en büyük nehri Çarşamba yöreyi suya doyuruyor ve topraktaki verimli alüvyonlu bir toprak oluşturuyormuş. Bu durum ilk bakışta tarım için kusursuz görünebilir.Başlarda da her şey yolunda gitmiş. Ancak Çarşamba nehri Konya ovasından geçip gitmediğinden , yani ovayı besleyip buharlaşarak tükendiğinden çağlar boyu burada tuz birikimine yol açmış ,Bölgedeki bitkisel çeşitliliğin bugün kü zayıf duruma gerileyişin ardındaki ana etmen bu gibi görünüyor.
İşte bu derece verimli alanlarda Milattan 7000-6500 yıl önceleri belki de tarihin ilk kentsel yerleşiminin kurulduğu Çatalhöyük’ün bulunuşu Neolitik Çağa ilişkin tüm eski kanıları sarsmış.1951’ekadar bugün Çatal Höyük ‘e ait olduğu bilinen pek çok özellik Doğu Akdeniz ,Suriye ve Mezopotamya yöresine atfediliyormuş.Birincisi erken ,ikincisi geç Neolitik dönemin en önemli merkezi olan bitişik Doğu ve Batı tepelerinin oluşturduğu Çatalhüyük halkı , bekli de çağının en elverişli coğrafi noktasında uygarlık tarihinin en görkemli yerleşimini oluşturmuş.
BİR BAŞKA AÇIDAN ÇATALHÖYÜK
Uygarlıkla ilgili bütün bildiklerinizi unutun! Mekânları, araçları, ilişkileri, hastalıkları, ne yiyip içtiğinizi, inançlarınızı… Hatta uygarlık tarihine ilişkin bütün öğrendiklerinizi bir kenara bırakın, çünkü Çatalhöyük size başka bir tarihin kapılarını aralıyor. Bu tarihte sanat hayatın yanı başında değil içinde akıyor, hiyerarşi ve savaş yok, kadın-erkek çelişkisi de. Binlerce yıl öncesini anlayabilmeniz için hayal gücünüzü kullanın ya da iyisi mi siz, Yapı Kredi Vedat Nedim Tör Müzesi’ndeki ‘Topraktan Sonsuzluğa Çatalhöyük’ sergisini gezin. Sergi size insana dair yeni, düşüncenin sınırlarını zorlayan bilgiler vaat ediyor, uygarlığa ve zamana ilişkin algılarınızı bir kez daha sınamanız için şans tanıyor. Şimdi saatlerinizi Çatalhöyük zamanına, 376 nesil, dokuz bin yıl öncesine ayarlayın ve şaşırmaya hazır olun!
HİYERARŞİ YOK, KADIN ERKEK EŞİT
Onlar ilk akrabalarımız, yani aynı türdeniz. Tarih onların zamanlarını neolitik dönem ve erken tarım merkezlerinden biri olarak kaydetti. Bugünün haritasında Konya’nın Çumra ilçesi yakınlarında yer alan Çatalhöyük’te 13.5 hektarlık bir alanda, 1400 yıl yaşayıp geriye 21 metre yükseklikte bir höyük bıraktılar. Onları işte bu höyükte yapılan kazılarla tanıdık. İngiliz arkeolog James Mellaart’ın 1960’ların başında yaptığı kazılarda ortaya çıkanlar hem onu hem dünyayı şaşırttı. Tarih başka türlü okunmaya başlandı.
Çatalhöyük’te hiyerarşi yoktu, çünkü ne yönetim kararlarının alınabileceği, ne de kararların topluma iletilebileceği mekânlar vardı, hatta onları alanlara taşıyacak sokaklar bile yoktu. Tanrıları değil, kocaman gövdeli, bereketi ve gücü simgeleyen ‘şişman kadın’ tasvirleri vardı. Bu, anaerkil bir dönemin yaşandığı inancını daha da pekiştirdi, ancak kazılar ilerledikçe kafalar karıştı. Erkekler kadınlardan daha uzun süre yaşamışlardı, daha uzun boyluydular, ama egemen olanın daha fazla ve farklı yediğinin izleri yoktu. Kadınlar da erkeklere göre daha fazla diş çürüğü vardı, ama farklı bir aşınma görülmüyordu, evde geçirdikleri zaman ve yaptıkları işler hemen hemen aynıydı, alet yapıyor, buğday öğütüyor, ekmek yoğuruyor, aile liderliğine soyunuyorlardı. Bunlar da bir anaerkil dönemden çok, eşitliğin varlığını vaat ediyordu. Kuşaktan kuşağa daha doğrusu evden eve törensel olarak aktarılan kafatasları arasında kadınlara ait olanlar da vardı, erkeklere ait olanlar da. Bu iki cinsin de ailelerinin ya da soylarının ‘baş’ olabildiklerinin izlerini taşıyordu.
HER EV, MİNİ BİR DÜNYA
Çatalhöyük’te evler birbirine yapışıktı veya hiç sokak yoktu ya da çok az sayıda vardı. Bir evin ömrü taş çatlasın 80 yıldı, bu sürenin sonunda içinde yaşanılan ev terk ediliyor, üstüne yeni bir ev inşa ediliyordu. Eski evin kerpiçten duvarlarının üst kısmı yıkılıyor, alt bölümü toprakla, özenle dolduruluyordu. Yeni duvarlar ise alt duvarların üzerinde yükseliyor, yeni ev ortaya çıkıyordu. Merdivenle üstten girilen evin iki odası vardı. Fırının da bulunduğu ışıklı ana oda yemek pişirmek, sepet örmek, alet ve çanak çömlek üretmek için kullanılıyordu. Ruhlara dileklerde bulundukları figürinler de bu odadaydı. Ocağın yanında, toprağın altında bir obsidiyen (volkanik doğal cam) stoğu bulunurdu. Kapadokya’dan getirildiği saptanan bu sert maden alet yapımında kullanılıyordu. Ok uçları çoğunlukla obsidiyendi, sepet yapımında kullandıkları aletlerin uçları ise hayvan kemiklerinden…
Beş-on kişinin yaşadığı varsayılan evin ocağının yanında bir de depo olurdu. Kurutulmuş et, bezelye, küçücük turp tohumları, mercimek, buğday, arpa, kabuklu yiyecekler bu depodaki yine kerpiçten yapılmış gözlerde saklanırdı. Ana odanın iç kısmında daha yüksek ve temiz alanlar mezarlıklarıydı. Büyük olasılıkla, mezarların hemen üstü uyumaya ayrılmıştı, ölümle yaşam arasındaki bu yumuşak geçişin nedeni ölüye olan saygıydı. Bedenini gömmüş olsalar da ölünün günlük yaşamlarında kendileriyle birlikte olduğuna inanıyorlardı.
ÖYKÜLERİ DUVAR RESİMLERİNDE
Dibek, taş kaplar, havanelleri, öğütme ve değirmen taşları yiyecek hazırlanmasında kullanılan nesnelerdi. Kalın kenarlı, bitkisel katkılı çamurdan yapılmış kaplar da yemek pişirmek içindi. Pişirme işinde ise ateşte kızdırılmış kil toplar kullanılıyordu. Kavurma işlemi, sepet içindeki tahılların arasına konulan kızgın kil toplarla yapılıyordu.
Çatalhöyük’ün izleyeni şaşkına uğratan, dahası bugünün modasına, aksesuvar tasarımlarına ilham olan sanatı da ana odada yaratılırdı. Üç tip figürin görülüyordu; insan ve hayvan biçimliler ile tanımlanamayanlar. Mermer, kil ya da taştan yapılan ‘şişman kadın’ figürinlerine, boğa boynuzlu sekiler, sıvalı boğa başı yerleştirmeleri, leopar kabartmaları eşlik ediyordu. Duvarlardaki, olgunlaşmış bir hayal gücünü gösteren resimler ise günlük yaşamı, doğayla ilişkiyi, atalarla bağı anlatıyordu. Bu figüratif resimlerde hayvanlar, insanlar, geometrik desenler vardı, kırmızı Çatalhöyük için sanatın rengiydi. İnsan bedenleri, ketenden dokunmuş kumaşlar ve deriler ise damga mühürleriyle süsleniyordu.
Çatalhöyük’ün ilk yerleşimcileri geldiklerinde yanlarında evcilleştirilmiş koyun, keçi ve köpek vardı. Ava çıkıldığında yabani sığır, yabani at, eşek, domuz ve geyikle dönülürdü. At ve sığır özel törenlerin, ziyafet sofralarının vazgeçilmez yiyeceğiydi. Malleart’tan sonra kazıyı devralan ve bugün de sürdüren Ian Hodder’ı en heyecanlandıran, resimlerde sıkça rastlanan leopara dair bulgu oldu. Bu, kolye ya da bilezik olarak takılmak üzere delinmiş pençeydi. Hodder Çatalhöyük’ü anlatan kitabına ‘Leoparın Öyküsü’ adını vermekten çekinmedi.
LEOPAR ’IN KENTİ ÇATALHÖYÜK
Beyaza boyayacak bir toz bulutu olmadan geçmek oldukça güç. Günümüzden yaklaşık 9000 yıl önce bu bölgenin sulak alanlarla dolu bir bataklık olduğuna inanmak zor ama bu bir gerçek.Hedefimiz, bu bataklığın ortasında gelişmiş, gelişmek için bölge koşullarını da kullanmış Anadolu’nun en eski yerleşimine ulaşmak.
Çatalhöyük, günümüzden yaklaşık 9000 yıl önce kurulmuş ve yerleşik hayatı n bafllangıcı olarak düşünülen yerleşkelerden biri. 1400 yıl boyunca 376 nesile ev sahipliği yapmış bu kasabayı 1960’larda ilk bulan ingiliz arkeolog James Mellaart’tı. Bizse kazı alanındakison gelişmeleri öğrenmek için yollardayız
Çatalhöyük’e geldiğimizde bizi kazı alanı sorumlusu Levent Özer kaşılıyor. Arkeologlarla konuşmadan önce kazı alanını dolaşmaya başlıyoruz. İlk hedefimiz bu seneki kazıların odak noktası olan ve 40×40 olarak adlandırılan kazı alanı. Çatalhüyük’te kazıların başkanı ünlü ingiliz kazıbilimci Ian Hodder. Bununla birlikte kazı alanında tek bir çalışma yürütülmüyor. Kazı sezonu boyunca 120 den fazla arkeolog farklı dönemlerde farklı bölgelerde kazı yürütüyorlar. ABD, ingiltere, Yeni Zelanda, Polonya, Kanada, isviçre’nin de içinde bulunduğu toplam 10 ülkeden 90’a yakın biliminsanının yanında Türk kazı bilimcilerle bu sayı 120’nin üzerine çıkıyor. Bu yılki en önemli çalışmalarsa 40×40 adı verilen bölgede gerçekleştirilmiş. Levent Özer yalnızca kazı alanıdan değil burada çalışanların günlük gereksinimlerinden, halkla ilişkilerine kadar birçok şeyle de ilgilenmek zorunda. Haftada yalnızca bir gün dinlenerek hummalı bir çalışma yürüten ekibin eli ayağı olmuş. Bir yandan kazı alanında dolaşırken bir yandan bilgi almayı sürdürüyoruz.
Bölgenin bataklık olan yapısı burada yaşayan insanlar için bir nimete dönüşmüş.Evlerin kerpiçten duvarlarının yükseltilmesi için bataklıktan elde edilen çamura gereksinim duyuluyormuş.Bölgenin tarıma uygun olması kadar kerpiç yapımı için gereken malzemeye de kolay ulaşılıyor olması önem taşıyor. Dikdörtgen biçimli evler birbirine sokulmuş, yan yana infla edilmiş.Evler arasındaysa hiç sokak yok.Geçtiğimiz yıllarda evler arasında bulunan kimi açıklıkların sokak olabileceği görüşü ortaya atılmıştı. Bir sokak kapısı yerine evlerine damlardaki kapılardan girip çıkan Çatalhüyük sakinleri düşücesi yanlışmıydı diye düşünmüştük. Bugünse, evleri birbirinden ayıran sokakların olmadığı düşüncesi daha güçlü. Önceleri sokak olarak düşünülen yerlerin aslında evler arasındaki açıklıklar, bir depo ya da çöpleri atmak için kullanılan avlular olduğu biliniyor.Ayrıca bu bölgede Bizans dönemi ne ait izlerin de olması, geçmişteki kafa karışıklığını açıklamak için yeterli
Geçmiş yıllarda arkeologlar evlerin teker teker kazılması ve içindeki yerleşimlerin niteliğini anlama yönünde çalışıyorlardı. 2003 yılında kazılmaya başlanan 40×40 metre ölçülerindeki açma alanıysa, bir grup evi barındırıyor. Burada açığa çıkarılan evler üzerinde büyük bir hassasiyetle çalışılıyor. Arkeologlar bu bölgeyi neredeyse diş fırçalarıyla kazarak açığa çıkarıyorlar. Bugüne kadar yapılan kazılar sonucunda Çatalhüyük’ün yüzde sekizinin gün yüzüne çıkarıldığı söyleniyor. Ama bu, gerikalan evlerin toprak altından çıkarılacağı anlamına gelmiyor. Kazılıp günışığına çıkarılan her katman aslında büyük hassasiyet istiyor. Kimi yerlerde günümüz teknolojisini kullanarak kazıyapmak mümkün olmayabiliyor. Sözgelimi,376 kuşağın üst üste yaptığı evlerin ilk evresine gidilmesi demek, üstteki katmanların yıkılması anlamına geliyor. Arkeologlar, gelecekte yeni teknolojiler kullanan kazıcıların buraları yıkmak zorunda kalmadan açığa çıkarabileceğini düşünüyor. Bu nedenle birçok bölge kazılmadan bırakılacak. Çatalhüyük ,insanlığın bu en eski yerleşimi geleceğe uzanıyor ve bilimin günümüzden çok daha ileri olduğu günleri bekliyor.
40×40’ın yakınlarında bölgeyi keşfeden ve 1960’larda kazılar yapan James Mellaart’ın açtığı kazı alanı var. Günümüzde neredeyse iğneyle kuyu kazan arkeologların aksine Mellaart, o yıllarda ilk kazılarını buldozerlerle yapmış. Onun bu tekniği aslında günümüzde Kazı bilimin geldiği noktayı da gösteriyor.
Çatalhöyük’teki kazı çalışmaları günümüzde artık kesinlikle toprağı bir yerden bir yere kaldırmak anlamına gelmiyor. Elde edilen bulguların özel kimyasallarla topraktan ayrılması, kimi buluntuların korumaya alınması, karbon 14 testiyle buluntuların yaşlarının saptanması günümüzde kullanılan teknikler arasında. Bununla birlikte Mellaart’ın çalışmaları, Çatalhüyük’teki ilk katmanlara, toprak seviyesine ulaşılmasını sağlamış. Üst üste binmiş evlerin arasnda, çok derinlerde yeşil bir bölge görülüyor. Bu bölge üzerinde yeniden bitkiler yetişmiş olan toprak seviyesi. 1400 yıl boyunca birbirinin üzerine yapılan evler topraktan yükseldikçe tıpkı ağaçların kesitlerinde yer alan çizgiler gibi kentin yaşını ölçebilecek bir ölçüt sunuyorlar bize. Bir evin ömrünün en fazla 80 yıl olduğunu,ama genellikle 40-50 yıl sonra duvarların yarya kadar yıkılıp yeni bir ev yapılmaya başlandığını öğreniyoruz. Her yeni ev yeni bir hayat demek aslında. Ev yıkıldıktan sonra, ölen ev sahipleri ailenin diğer üyeleri gibi zemine gömülüyor ve ailenin bir parçası gibi evdeki varlığını sürdürüyor. Çatalhüyük evlerinde hemen her yıl gerçekleştirilen bir şey daha var: duvarlara yeni kat sıva sürmek. Evlerin ortasındaki ocak, beyaz duvarları zamanla karartıyor ve çevresini ise boğuyor. Bu da duvarayeni bir kat alçı atmak gereğini doğuruyor. Kazı bilimciler bu sıva katlarından da evlerin yaşlarını anlayabiliyorlar. Çatalhüyük’te evler genellikle düz beyaz sıvalı. Bununla birlikte kimi zaman duvarlarda renkli boyalarla yapılmış süslemelere rastlandığı da olmuş.2006 yılı kazılarında açığa çıkarılan kırmızı boyalı duvar da bu yılın en göze batan bulgularından biri.
Bu yıl çıkarılan ve korumaya alınan kırmız şeritli duvara bütün evlerde rastlanmıyor. Klasik bir Çatalhüyük evi neye benziyor diye merak ediyorsanız size önerimiz buraya gelmeniz ve ziyaretçiler için hazırlanan örnek evi gezmeniz. Kazı alanın hemen girişinde yer alan bu ev, günümüzden binlerce yıl önce burada yaşayan insanların yaptıklarının aynısı. Evin içindeki kiler, ocak gibi bölümlerin yanı sıra duvara asılan hayvan kafaları da birebir kopyalanmış.
Çatalhüyük’teki süslemeler arasında yer alan Leopar figürleri Anadolu’da bir zamanlar yer alan Leoparları bizlere bir kez daha hatırlatıyor. Bu hayvanı sanat eserlerinde kullanan Çatalhüyük halkı kadar Anadolu’nun ilk sakinlerinden olan Leoparlar da kazı bilimcilerin ilgisini çeken figürler. Leoparlar ve Çatalhüyük tarihe karıştı. Ne var ki, bugün yürütülen kazılar Anadolu’nun geçmişini açığa çıkarmayı sürdürüyor.
Gökhan Tok
Bilim ve teknik dergisi
HABER:
Dünyanın ilk yerleşim yerlerinden biri olarak kabul edilen Çatalhöyük’te, yapılan hazırlık çalışmalarından sonra kazılar başladı.
Konya’nın Çumra İlçesi’ndeki Çatalhöyük kazı alanında bu yıl ilk etapta yapılan çalışmalara Stanford Üniversitesi Arkeoloji Profesörü ve Çatalhöyük Kazı Başkanı Ian Hodder, Başkan Yardımcısı Shahina Farid ile birlikte İngiltere, ABD, Sırbistan Karadağ, Romanya ve Türkiye’den 32 arkeolog katıldı. Haziran ayının ilk 2 haftasında hazırlıklarını tamamlayan 32 kişilik ekip, kazı çalışmalarına başladı. Tüm hazırlıkların tamamlandığını ve birkaç gün önce kazılara başladıklarını ifade eden Stanford Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi ve Kazı Başkan Yardımcısı Shahina Farid, “Kazılarımızın başlamasıyla birlikte yeni bulgular elde etmeye başladık. Çok dikkatli çalışan ekibimiz yeni evlerin yanı sıra insan iskeletleri, hayvan kemikleri buldu. Çalışmalarımızı yoğunlaştırarak devam ediyoruz. Şu anda 5 ülkeden toplam 32 kişi bulunan kazı çalışmalarına, 2 hafta sonra Almanya, Polonya ve ABD’den gelecek 100 kişilik bir ekip daha katılacak” dedi.
Çatalhöyük‘ün dünya açısından önemli olduğunu ve Türkiye’nin de arkeoloji turizmine büyük katkı sağlayacağını dile getiren Shahina Farid, “Geçtiğimiz yıllarda 20 evi ziyarete açmıştık. Bu yıl 20 Ağustos’a kadar sürecek çalışmalarımızdan sonra yeni evlerin de ziyarete açılmasını hedefliyoruz. 10 yıldan fazla devam etmesi planlanan kazılar, bu bölgeyi bir araştırma, eğitim ve turizm merkezi haline getirecektir” şeklinde konuştu.
Dünyadaki ilk yerleşim yerlerinden biri olarak kabul edilen ve geçmişi 9 bin yıl önceye dayanan Çatalhöyük, 1950’lerin sonlarından beri sadece arkeologlar tarafından değil, birçok kesim tarafından ilgiyle izleniyor. 1961 yılında James Mellaart’ın başlattığı ve sadece 4 yıl sürdürebildiği kazılar, 1993 yılında öğrencisi Ian Hodder başkanlığında tekrar başlamıştı. Hodder, kendi ve başka ülkelerden gelen arkeologlardan oluşan ekibiyle 13 yıldır kazılarını sürdürüyor.
ÇATALHÖYÜK ÖYKÜLERİ VE KİBELE ANA
Çatalhöyük, bana hep çocukluğumda yaşadığım bir köy gibi gelir. Memur babamın ve öğretmen annemin görevleri nedeniyle, kardeşimle çocukluk yıllarımızı hep Anadolu’nun çeşitli il ve ilçelerinde geçirdik. Dedem, ninem ve dayılarım Çumra’da otururlardı. Okullar tatil olunca, her yaz babam bizi Çumra’ya gönderir, yazı orada geçirirdik. Dedemin büyük bir hanı vardı. İçinde arabalar onarılır, atlara çakış yapılır, yani nalları değiştirilirdi. Atarabalarına, alaturka binek atlarına içleri boş, uçları yarım topuklu nallar çakılırdı. At cambazları veterinerlik görevi de yaparlar, hayvanların sağlıklarıyla, vuruk ezikleriyle de ilgilenirlerdi.
Amcamlar da Çumra’da oturuyorlardı. Yengemlerin büyük bahçeli bir evi vardı. İçi meyve ağaçlarıyla dolu bir bahçe. Kerpiçten yapılmış, kavak ağaçları ve sazla kaplı, üzeri toprakla örtülmüş damların üzerinde her zaman bir yuvga taşı bulunurdu. Bu taş, toprağı sıklaştırmaya, damın akmasını engellemeye yarardı. Örtüler üzerine, dilimlendikten sonra serilip kurutulan elma, kayısı, erik kurularının tadı bugün bile ağzımdadır.
Çatalhöyük, Çumra’ya 10 km uzaklıkta ve on bin yıl öncesine ait bir yerleşim yeri. MÖ 5500 yıllarında yapıldığı tahmin edilen bir erken yerleşim yeri. Bugünkü halini bilmiyorum, ama benim çocukluk yıllarımda yazları yaşadığım Çumra’da, hükümet, okul, istasyon binası ve çevresindeki birkaç evden başka hiç beton bina yoktu. Hepsi kerpiçten yapılmış, sanki Çatalhöyük’ün ilk günlerinden kalma bir mimarinin parçası gibiydi.
Çatalhöyük’te evler müstakil olarak yapılmıştır. Hiçbir evin duvarı komşu evin duvarıyla birleşmez. Üstelik de evler arasında sokaklar yoktur. Oturanlar evlere, düz damlardan geçerek ulaşırlar. Tavan üstü örtüsü kamış üzerine sıkıştırılmış, kil topraktan yapılmış ve tek katlı. Yani kırk yıl öncesinin Orta Anadolu evleri gibi. Ana tanrıça Kibele Ana da Çumralıdır. Yani Çatalhöyük’lü. Kendime hemşehri saydığımdan mıdır, yoksa Çatalhöyük’ten çocukluk yıllarımın arkadaşı gibi gördüğüm için midir, bilmiyorum, yıllar sonra bir Ankara gezimde Kültür Bakanlığı’nın DÖSİM satış mağazasına girip, kendime bir Kibele Ana heykeli satın almıştım. Hâlâ kütüphanemde saklar, hemşehrime gözüm gibi bakarım…
Belleğim beni yanıltmıyorsa, yıllar önce yurtdışında sergilenmek üzere, Kibele Ana heykelciği bir ülkede erken dönem sergisine gönderilmişti. Sonra gazetelerde okumuştuk; heykel teşhirdeyken çalınmış ve bulunamamıştı. Kaç tarihli gazeteydi bilmiyorum; belki de 5-10 yıl geçmiştir. Sahi içinizde onun bulunduğuna dair bir haber okuyan var mı? Yoksa ben mi atladım.
* * *
Anadolu’nun bu kültürü de her Anadolu medeniyeti gibi Yunanistan’a mâl edilir ya da onlar sahiplenirler. Hemşehrim Kibele Ana’nın, Zeus’un annesi olmaktan başka bir yakınlığı olduğunu bilmiyoruz. Bunu da tabii, Çatalhöyüklüler söylemiyor…
* * *
Geçtiğimiz aylarda bizim gazetemizde de yayımlandı: İngiliz bilimadamları, Çatalhöyük mezarlarından aldıkları kemik dokularıyla bugünkü Çumra köylerinde yaşayanlardan aldıkları bazı dokuları karşılaştırdıklarında, onların Hititli olduklarını tespit etmişler. Bunu köylülere söylediklerinde de köylülerin bilimadamlarına tepkisi, “Siz bize gâvur mu demek istiyorsunuz?” olmuş. Bu bilimadamlarının söylediklerini doğru olarak kabul etsek, demek ki Kibele Ana’nın Yunan bir tanrı oğlu yok, Zeus da Çumralı ve Hitit’ti.
* * *
Bütün bunları bana yazar Bilgin Adalı ve onun Can Çocuk Yayınları’ndan çıkan “Ateşin Çocukları- Çatalhöyük Öyküleri 2” kitabı yazdırdı. Öylesine bir konu seçmiş ki, beni yüreğimden yaraladı; çocukluk günlerime taşıdı. Zor bir işe kalkmış ve iyi de etmiş. Bence bir tarihi roman bu. Kolay okunup sevilecek sıcacık bir roman, bir günce. Hatta öylesine dinamik ki, bu kitaptan evrensel boyutta bir çocuk çizgi filmi bile üretilebilir; bir dizi gibi. Bilgin Adalı’nın bu güzel kitabını; Çatalhöyük Öyküleri’ni, iki büyük bir küçük höyüğe kurulmuş Çatalhöyük köyünün, Çumra’nın öykülerini okuması için herkese salık veriyorum. ( Milliyet )
ÇATALHÖYÜK’ÜN KEŞFİ
Höyük 1958 de James Mellaart David French ve arkadaşları tarafından bulundu. İlk kazı 1961–1965 yılları arasında Anakaradaki İngiliz arkeoloji enstitüsü nün katkılarıyla James Mellaart tarafından gerekleştirildi. Mellaart çalışmalarını neolitik çağa ait olan doğu höyüğünde yoğunlaştırmıştı. Bu höyüğün yalnızca %4 ünün kazılması bile alanın büyük öneminin anlaşılmasını yetmişti. Mellaart ın kazıları boyunca doğu höyüğünün güney batısında on altı katmanda yüzlerce bina incelediği araştırmaların yayınlanması ile höyüğün uluslar arası önemi de gözler önüne serilmiş oldu.
1993 de Lan Hodder’ın önderliğinde Cambridge ve Stanford üniversiteleri tarafından Höyükteki çalışmalarda yeni bir dönem başlatıldı. Yaklaşık 25 yıl sürmesi planlanan yeni proje modern bilimsel teknikleri kullanarak neolitik çağda sanatın rolü, Çatalhöyük insanının yeme alışkanlıkları, sağlık koşulları ne şekilde yaşadığı gibi soruları yanıtlamayı amaçlamaktadır. Diğer kazılardan farklı olarak bu kazının çok gelişmiş bilimsel tanımlama ve koruma yolları kullanılarak bir örnek oluşturması düşünülmektedir.
Proje; İngiltere, Amerika, Yugoslavya, Polonya, İsrail, Yunanistan, Almanya, Danimarka, İsveç, Kanada’dan ve Türkiye’den ODTÜ, İstanbul Ankara Ege Anadolu Çukurova ve Selçuk Üniversitelerinden çok sayıda araştırmacı ve öğrencinin katılımıyla oluşan uluslar arası bir niteliğe sahiptir.
Çatalhöyük neolitik çağ boyunca yerleşmek için en uygun yerlerden biri idi.Zengin bataklıkların kıyılarına kadar uzanan dağ ormanlarını çevrelediği Çatalhöyük sanki tarım ve havyarcılık yapmak için yaratılmıştı.Buluntular bu bölgenin 9000 yıl önce bereketli bir bitki ve hayvan kaynağı olduğunu göstermektedir.Çatalhöyük evcil hayvan ve bitkilerin yerleştirildiği ilk yer olmasa da sığır ın ilk olarak burada evcilleştirildiği bilinmektedir.Çatalhöyük insanların avcı toplayıcı bir toplumdan tarım toplumuna geçtikleri o kökten dönüşümden sonra kurulmuş en ileri yerleşimlerinden biridir.
Tarihin en eski şehirlerinden biri olan Çatalhöyükte 3000 ila 8000 arası insan yaşıyordu. Şehrin fazlası ile düzenli bir yapısı olmasına rağmen bu kadar çok insanın bir arada tutan merkezi bir sistemin ya da yönetimin varlığı bilinmemektedir. Aileler yoğun bir şehir dokusu içinde konumlanmış küçük kerpiç evelerde yaşıyorlardı. Bir evdeki yaşam süresi bittikten sonra(evin yapılışından yaklaşık 80yıl sonra)özenle bu evi toprakla doldurup tam üzerine bir yenisini yapıyorlardı. Yeni evler eskilerin üzerine yapıla yapıla bugünkü on altı bina katmanını içeren 21 metre yüksekliğindeki höyük oluştu.
Çatalhöyük’te Heyecan Verici Yeni Gelişmeler (Basın Bülteni 2008)
Dünyanın dört bir yanından 160 kişi bu yaz Çatalhöyük’te yeniden biraraya geldi. Bu yılki ekipte İngiltere, Amerika, Fransa, Almanya, Kanada, Sırbistan, Avustralya, ve Polonya dahil 21 farklı ülkeden gelen kişiler yer almaktadır. Ayrıca, İstanbul Üniversitesi, Selçuk Üniversitesi ve Trakya Üniversitesi ekipleri olmak üzere Türkiye’den de üç ekip bulunmaktadır. Çatalhöyük ekibi olarak, bu sezon, Konya sınırları içinde yer alan 9000 yıllık bu yerleşimin yorumlanmasında değişimlere yol açacak bazı heyecan verici gelişmelere şahit olduk.
Çatalhöyük Konya’nın Çumra ilçesi yakınında bulunan önemli bir Neolitik yerleşimdir. Yaklaşık 8000 insanı barındırmış geniş bir Neolitik “kasabadır”. Sokakları olmayan bu büyük kasabada insanlar damlarda dolaşıyor, evlerine damlarda bulunan deliklerden giriyorlardı. Öte yandan bu insanlar evlerinin içinde binlerce yüzyıl öncesinden günümüze kalan duvar resimleri, kabartma ve heykellerden anlaşıldığı üzere harika sanat ürünleri meydana getiriyorlardı. Çatalhöyük sanatı ilk kez 1960’larda James Mellaart tarafından keşfedildi.
Ankara’daki İngiliz Arkeoloji Enstitüsü’nün desteği ve Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın izniyle 1993’te Ian Hodder başkanlığında yeniden başlayan kazı çalışmalarına 2017 yılına kadar devam edilecektir. Yeni kazı çalışmaları Çatalhöyük’teki toplum yaşamının rekontrüksiyonunda modern bilimsel yöntemler kullanmaktadır.
Çatalhöyük’te bu yıl, yeni kazı alanlarından birinin üstüne, koruma amacıyla yeni bir korugan inşa edilmiştir. İstanbul’da bulunan Atölye Mimarlık tarafından tasarlanan bu korugan arkeolojik kalıntıları çok başarılı bir şekilde korumaktadır. Höyükle ve çevresiyle büyük bir uyum içinde tasarlanan korugan aynı zamanda çok rahat bir çalışma ortamı yaratmaktadır. Dört yanı açık olan bu koruganın açık olan kısımları kış aylarında kapatılacaktır. Yeni koruganın altında uzun vadede 40 tane bina sergilenecek ve böylece ziyaretçiler ve turistler zamanda donmuş 9000 yıllık bir kasabayı görme şansı elde edecektir.
Yeni koruganın altında Bina 77 olarak adlandırdığımız heyecan verici, çok etkileyici yanmış bir binaya rastladık. Bu binanın yanmış olması, içinde bulunan birçok kalıntıyı korumuştur. Özellikle, binanın içinde kuzeydoğu yönünde kalan platformun etrafındaki dikmelere yerleştirilmiş olan yabani boğa boynuzları önemli buluntular arasındadır. Bu boynuzların platformun altındaki insan gömütlerini koruduğu düşünülmektedir. Boğa boynuzlarının hemen yanındaki duvarda ise boynuzları olmayan alçıyla sıvanmış bir koyun başı yer almaktadır. Koyun başının hemen altında da bir niş bulunmaktadır. Bu buluntu bizlere, 1960’larda James Mellaart tarafından ortaya çıkarılan görkemli binaların benzerlerinin, kendisinin kazdığı alandan epeyce uzakta, yani yerleşimin başka alanlarında da varolduğunu göstermektedir.